23 Temmuz 2015 Perşembe

İsmail Kılıçarslan Yeşilçam’da mı Yaşıyor?



Cevabı hayır! Bildiğim kadarıyla Üsküdar’da yaşıyor. Zaten Yeşilçam denen muhit çok da aile ile yaşamaya müsait değil. Ancak İsmail Kılıçarslan’ın gündelik köşe yazılarında çizdiği mutlak iyi ve mutlak kötü insan portreleri ancak Yeşilçam ustalarından birinin elinden çıkabilecek işler gibi duruyor. Kılıçarslan Yeni Şafak’taki köşesinden bizlere mükemmel melodram örnekleri sunuyor. Mücahit İHH’cılar, alçak Fethullahçılar, sersem AKP gençlik kolları, anlayışsız milli görüşçüler, kültürden sanattan anlamayan devlet adamları, duygu yüklü Suriyeli mülteciler, canavar Esatçılar[i] vs. vs. En son iki yazısında da yine böyle mutlak iyi mutlak kötü sınıflandırmasını şak diye önümüze koydu Kılıçarslan. Ve bunu bize “sosyoloji işte abicim” diye dayatıverdi. Neşeli dindar kızlar, mutsuz İslamcı erkekler…



Twitter ve Facebook kullanmadığım, yoğunluktan köşe yazısı da takip edemediğim için biraz geç gördüm İsmail abinin yazısını. Arkadaşlar whatsapp grubundan attılar yazıyı ve biraz kızmışlardı. Sonra ben de onlara “üzerinize alınmayın hiçbiriniz dar kot ve badi kombiniyle sokakta gezmiyorsunuz” dedim. Onlar da “doğru söylüyorsun, bize ne” dediler. Birinci yazıyı bu şekilde atlattık. Ancak ikinci yazıda biraz ben de “ayar oldum” açıkçası. Zaten arkadaşlarımıza, sokağımıza tetabuk etmeyen yazısını bir de “Ehehehhe, ne iyi ettim. Küfür müfür yedik ama boş ver iyi oldu ehehehhe” diye savunuyordu İsmail abi. Yani durumun vahameti gitgide artıyordu anlayacağınız.



Gelelim yazının sokağımıza, öğrenci evlerimize, arkadaşlarımıza uymayan, dar gelen tarafına. Bir kere bahsettiği mutsuz oğlanları ve cici kızları gerek yaş, gerek sosyal çevre itibariyle Kılıçarslan’dan daha iyi tanıdığımı söyleyebilirim. Bizim insanımız işte, bizim çocuklar… Hepimizin her gün muhatap olduğu tiplerden bahsediyordu İsmail abi. Yaşımızın yakınlığı dolayısıyla arkadaş olduğumuz, muhabbetini dinlediğimiz ve daha yakından tanıdığımız kızlar ve erkeklerden… Ortaya koyduğu resmin bir tarafında hiçbir dünyevi kaygıyı sallamayan, uhrevi bir neş’e içinde feracesine bürünüp o kermes senin, bu okuma grubu benim gezen, yaşam tarzı olarak dindarlığı benimsemiş ve kılı kırk yararcasına bu yaşam tarzına riayet ederek yaşayan genç hanımlar, öbür tarafında ise cuğara üstüne cuğara deviren, iskemlelerde höldür höldür gülerken Türkiye’ye şeriatı getiren, üst üste iki ezan okunmasına rağmen camiye gitmeyen İslamcı oğlanlar vardı. Ha bir de bu ikinci grubun karı kız kıyafeti muhabbeti vardı ki onu da es geçmeyelim.




Bu “sosyolojik tespitlerine”(!) biraz tepki alan Kılıçarslan ikinci yazısında neşeli dindar oğlanlardan ve modacı, lüks kafeci kızlardan da bahsetmişti. (Normalde neşeli dindar oğlan mutsuz İslamcı kız olması gerekirdi ama İslamcı kadın olamaz. Eşyanın tabiatına aykırı.)[ii] Herhalde özür mahiyetinde yaptı bunu. Ancak üslup ve tavrından “Dur Allah aşkına Sebastian” geyiği de sezilmiyor değildi. İbn Arabi-İbn Teymiyye kavgasına gecelerini harcayan Yakup, Mısır eylemlerine adam toplamak için beş parça olan Safa, burs parasını mültecilere harcayan Mücahit bi durmalıydı. Abileri tespit yapıyordu çünkü. Arada gömülüvermişlerse nolmuştu.




İsmail abinin bahsettiği arkadaşları şahsen tanımıyorum.[iii] Ancak ne birinci yazıda bahsettiği gibi mutlak anlamda bi boktan anlamayan, işi gücü ancak laf çevirme, iskemlelerde karı kız muhabbeti yapmak olan mutsuz İslamcı arkadaşlar var. Ne de dini bir neş’e içerisinde her türlü kaygı ve hevesten ari, ümmetin sorumluluğuna odaklanmış hanım kızlar… Yok abi böyle bir dünya. O kermes kermes gezen kızlarımızın da benzer problemleri var. Moda merakları var, birçoğunun erkek arkadaşı var, onların içinde de saçma sapan fikirlere sahip olan, adam gibi kitap okumayan tipler var. Evet abi, çayın yanına gömdüğün yaprak dolmasını saran o kız var ya, ondan bahsediyorum. Hakeza At Pazarı’nda, Duvar Dibi’nde, Palmiye’de oturup, paket paket sigara içip, ucundan karı kız muhabbeti de yapıp ertesi sabah Moritanya’ya, Pakistan’a ve adını duymadığım yerlere giden arkadaşlar da var. Ya daha geçen gün yanımdan kalktı gitti adam.




Hiçbirimiz mutlak olarak neşeli ya da mutsuz, iyi ya da kötü değiliz abi. Bizim arkadaşlarımız, hatasıyla sevabıyla bu ümmetin çocukları senin çizdiğin dar kalıplara girecek ölçüde değiller. Bu satırları kızlara olan öfkemden, erkekleri savunma içgüdümden falan yazmıyorum. Gerçekten dediğin gibi, iyi okuyan, iyi yaşayan kızlar ve saçma sapan suni kaygılarla kaybolup giden delikanlılar var. Ama senin çizdiğin sınırların içinde ve dışında da bunlardan mebzul miktarda var ve hem de her iki cinsiyetten. “E ben de aynı şeyleri diyorum abicim” diyebilirsin. Ancak aynı şeyleri söylemiyoruz abi. Şöyle anlatayım, ikinci yazında neşeli dindar kızların içine dahil etmediğin “lükse düşkün, romantizmle hayat geçiren, yapacağı kombini her şeyden çok önemseyen” kız tipi var ya işte bu tipten senin neşeli dindar kızlarında da oldukça fazla örnek var.




Ve o Yakupların, Mücahitlerin arkadaşı olan, onlarla aynı masaya oturan ve aynı işleri yapan arkadaşların içinde yani istisna tuttuğun gençlerin içinde “mutsuz İslamcı delikanlı” diye tanımladığın çocuklar var.


Bu kalıpların bizim sokağımıza, bizim evlerimize uymuyor abi. O istisna, bu müstesna derken biçtiğin gömlek, dikiş yerlerinden patlıyor, oturmuyor bedenlerimize.




Bir kere senin bu denli yargılayıcı bir tavırla bizim arkadaşlarımız hakkında tespit yapmaya ne hakkın var? Yok kızlar bilmem neymiş, yok oğlanlar bilmem ne… Anlıyorum. O köşeyi yazmak zorundasın. Çok para almadığını da biliyorum, para için yapmadığını da. Hoşuna gidiyor yazmak, belki de sorumluluk hissediyorsun ama abi Allah aşkına, senin bizim çocuklarımıza “trene bakma ehehhehe” diyerek bin yıllık modası geçmiş muhabbetlerle öküz demeye ne hakkın var? Bu çocuklar öküzse “insaf et Anna gidelim buralardan” saçmalıklarıyla, “saçlarını taramanın başka yolu varsa bil ki biz yaparız bu devrimi” müptezellikleriyle, Meksika Sınırı gibi samandan, ottan, çöpten şeyleri bu çocukların önüne koyanların hiç mi suçu yok?




Senin yaptığın sosyoloji falan değil abi. Yptığın şey oturduğun kültür merkezi koltuğundan, sana incitici sorular soran çocuklara biraz ders verirken, yaprak sarması getiren cici kızlara da inceden bir teşekkür etmek. Kitap okuyor, dünyayı keşfediyor dediğin kızlar neredeyse lahmacuncu açılışına bile götüreceğiniz Nuri Pakdil okuyorlar abi. Nuri Pakdil okumak demek ciddi bir meseleyi ele almamak demektir. Saman alevi gibi şeyler bunlar. Yarattığın melodramın buralarda hiçbir karşılığı yok.


Hem ne diyordu Pierre Bourdieu: “O yaptığın sosyoloji değildir bizim oğlan. Sosyoloji olsa duramazsın.”




[i] Ben de biliyorum canısı. Doğrusu Esed (بَشَّارُ الأَسَد) ama böylesi hoşuma gidiyor.


[ii] Şaka yaptım Sümeyye. Dur bi Allah’ını seversen.


[iii] Safa eğer o Safa ise onu tanıyorum. İyi bir arkadaş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder