24 Mayıs 2015 Pazar

Türkiye Toprak Mı Kaybetti?




22 Şubat 2015 günü TSK tarafından gerçekleştirilen Şah-Fırat operasyonunun yankıları halen devam ediyor. Meseleyi fetih olarak gören taraf ile vatan hainlerinin hezimeti olarak gören tarafın çıkardığı gürültüden meselenin tam olarak ne olduğunun anlaşılması zorlaşıyor. Biz bu seslere kulak asmayarak uluslararası hukuk çerçevesinden olaya bakacağız.

Yazıya girmeden bir ana kural söyleyeyim; "uluslararası hukukun varlığı tartışmalıdır."

Süleyman Şah Türbesinin Statüsü

Fırat Nehri'nde boğulup şehit düşen Süleyman Şah'ın kim olduğu üzerinde durmayacağım. Çünkü burada da bir ana kuralımız var; "Süleyman Şah'ın varlığı tartışmalıdır." Ancak şöyle bir durum var ki orada yatan kişi Kutalmış oğlu Süleyman Şah olabileceği gibi, Ertuğrul Gazi'nin babası olan Gündüzalp olup, tarihî bir galat-ı meşhur kabilinden ismi Süleyman Şah olarak anılmaya devam etmiş de olabilir. Nitekim orada bir akıncı beyinin ve avanesinin yattığı sabittir. 1921 Ankara anlaşmasına göre Suriye havalisinden çekilmek zorunda olan Türkiye devleti(o zaman cumhuriyet değildik fakat devlettik) anlaşmanın* 9. maddesine şöyle bir hüküm eklemiştir:

"Osmanlı sülalesinin kurucusu Sultan Osman'ın dedesi Süleyman Şah'ın Caber kalesinde bulunan ve Türk mezarı ismiyle belirli türbesi müştemilatı ile Türkiye'nin malı olacak ve Türkiye oraya muhafızlar koyacak ve Türk bayrağı çekecektir."

Kanun maddesinden de anlaşılacağı üzere "Süleyman Şah türbesi müştemilatı ile Türkiye'nin malı olacak" ibaresi bize Suriye'den toprak vermemekte bilakis belli bir arazinin üzerinde tarihi bir esere sahip olma ve koruma hakkı tanımaktadır. Ehlinin malumudur ki; arazinin sahibi olmakla üzerindeki eserin sahibi olmak farklı şeylerdir. Bunun yanında 1973 senesinde ortaya çıkan mücbir sebep sonucu türbe inşa edildiği tarihi yerinden kaldırılıp Urfa'ya 30 km uzaklıktaki Karakozak köyüne yerleştirilmiştir. Yani 1921 Ankara Andlaşması'na göre Türk toprağı sayılan Caber Kalesi, Türk toprağı sayılmasının hukuki mesnedi olan türbe ve müştemilatının başka yere taşınmasıyla bu statüsünden çıkmış ve Suriye sınırlarına dahil olmuştur.
Türkiye'ye tanınan hukuki statü, sınırları, adası, paftası belli bir araziye mülk olarak sahip olma hakkı olsaydı "vatan toprağı" 1973'te terk edilmiş olacaktı. Durum böyle değil ki bulundurma hakkımız olan tarihi yapının lokasyonu iki ülke arasında yapılan yeni bir andlaşma ile değiştirilmiştir. Bir defa gerçekleştirilen lokasyon değişikliği "vatan toprağını terk etmek" olarak değerlendirilmediyse, müteaddid defalar gerçekleştiği takdirde yine birinci seferde nasıl değerlendirildiyse o şekilde değerlendirilecek ve vatan toprağını terk olarak anlaşılmayacaktır.

Gelelim son lokasyon değişikliğine. Bölgedeki yönetim boşluğu, Suriye hükümetinin ve devletinin Süleyman Şah türbesi ve havalisinde egemenlik ve otoritesini yitirmesi gibi sebeplerle karakolun ve içindeki askerin güvenliği tehlike altına girmiştir. Yüzlerce örgütün militer, ondan fazla devletin gayri nizami harp unsurlarıyla cirit attığı bir bölgede, karakola ve askere gelecek zararın uluslararası hukuk açısından hesap sorulacak bir sorumlusu yoktur. Çünkü türbe ve müştemilatı Suriye ve Türkiye devletleri arasında bir hukuki konu olup, oluşacak fayda ve zararların sahibi ve sorumlusu yalnızca bu iki devlettir. Bu hengame ve mevcut siyasi durum içerisinde Suriye'den türbe ve müştemilatının korunmasının talep edilemeyeceği herkesin anlayabileceği bir durum. Operasyonu yapan devlet organları yine türbe ve müştemilatını Türkiye Cumhuriye'tinin sınırları dışında tutarak 1921 Ankara andlaşması ve ilgili diğer hukuki metinlerde Türkiye Cumhuriyeti'nin sahip olduğu hukuki statüyü devam ettirmiştir.

Özetle, toprak kaybetmemiz için öncelikle o toprağın sahibi olmamız gerekir. Sahip olmadığımız toprağı kaybettiğimize dair yayılan şayia veya yeni bir toprak ilhakı ve fetih gibi bu günkü uluslararası hukuk açısından asla mümkünatı(!) olmayan şeylerin mevzu bahis edilmesi, bunu konuşan kişilerin ya cahil ya da kötü niyetli olduğunu gösterir.

Ülkemizin en acil ve ciddi ihtiyacı olan muhalefet, bu tarz çıkışlarla hayata geçirilemez. Bence tartışılması ve üzerine çalışılması gereken şeyler, muhaliflerin Halep zaferinden sonra gerçekleştirilen bu operasyonun muhtemel sonuçlarını tartışmak, yeni lokasyonun getireceği imkanlar, geçen aylarda uzunca tartışılan güvenli bölge talebimiz ve bu operasyonun irtibatı gibi meseleler olmalıdır.

Hükümetin doğru yaptığı işleri bile sorgulamak, hesaba çekmek elbette halk olarak vazifemiz. Ancak bu bilgisizce ve hamasi çıkışlarla olabilecek bir şey değil.

___________________________________
*: Andlaşma maddesi sadeleştirilmiş metinden alınmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder